Neler yeni

Serkandagli360

Webien EDİTÖR
Ad
Soyad
Katılım
7 Nisan 2021
Konum
İstanbul Avrupa
Konular
17
Mesajlar
26
Ticaret - 0%
0   0   0
  
iletişim
Meslek
muhasebe
Detay  
Meslek
muhasebe
Tecrübe
05544628929
Uzmanlık alanları
Anadolu Üniversitesi işletme mezunuyum. Aynı zamanda uzun zamandır turizm sektöründe Barmen olarak çalıştım. Açtığım web sitemde çeşitli makaleler yazıyorum. politik, sağlık, spor, bilimsel yazılar, esrarengiz olaylar ilgili yazılarım var. Aynı zamanda Özgür düşüncelerin mücadelesi adında bir kitap yazıyorum.. Kitabım yakında bitecek ve yayınlayacağım.
Diğer sitelerim
https://www.kolayvideo.xyz/
Üyelik tipi
  1. Bireysel
Enpara   Hesap
1202523707
Photoshop   Photoshop
  1. Başlangıç düzeyi
    30%
İllüstratör   İllüstratör
  1. Orta düzey
    50%
PHP   PHP
  1. Orta düzey
    50%
PHP   CSS3
  1. Orta düzey
    50%
PHP   JavaScript
  1. Orta düzey
    50%
ÖZGÜR İRADELERİN ÖDEDİĞİ AĞIR BEDEL

Öncelikle yazıma Deniz Gezmiş’in mahkeme salonunda Yargıç ile girdiği ilginç bir diyalogla ile başlamak istiyorum. ‘’ Yargıç, Deniz’e neden gülüyorsun diye sordu. Deniz Gezmiş ise, şöyle cevap veriyor olacaktı. Duvarda ADALET yazıyor. Ona gülüyorum.’’
Bugün günlerden 6 Mayıs yani, adaletin simgesi olarak kabul edilen ‘’Themis Heykelinde’’ gözleri bağlı bir kadın figürünün bir elinde kılıcı tutarken diğer elinde ise, dengeli bir teraziyi tutar. Ancak bugün bu terazinin dengesi farklı yönlerde olduğu görülür. Terazinin sol tarafındaki kap en aşağı inmiş, terazinin sağ tarafındaki kap en yükseğe çıktığının görülmesinin nedeni tarihin en karanlık günlerinden birinin yaşandığını göstermesi bir metafordan başka bir şey değildir. Adalete ve özgürlüğe inanan her insanın kalbinde hissettiği acı her 6 Mayıs günü kalplerde bir yerlerde hissedilir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün demokrasi adına istediği çok partili rejime geçme fikri, 1945 tarihinde çoklu partili rejime geçilmesi ile sonuçlanmıştı. Ancak bu düşünce iyimser olarak görünse de yeni kurulmuş Cumhuriyet ve Türk halkı buna hazır değildi. Türk halkının yüz yıllardır padişah baskısı ile yaşamış bir toplum olmasının dışında o dönemlerde günümüzde olduğu gibi insanların dini duygularının sömürüldüğü yıllardı. Aslında o çağlarda güçlü İmparatorlukların kralları veya padişahların tek bir sözüyle kendinden güçsüz gördüğü ülkeler işgal edip, sömürgecilik anlayışına sahipti. Osmanlı İmparatorluğu ise, bu anlayışı din adı altında yapıyordu. O çağların Anayasası maalesef buydu. Bu bağlamda Türk toplumun özgürlük, insan hakları, eşitlik, kendi ifade etme özgürlüğü, demokrasi gibi kavramları benimsemesi kolay olmayacaktı. Bu nedenle çok partili rejime geçme fikri, Atatürk’ün en büyük yanılgısı oldu. Çünkü bu durum emperyalizmin ekmeğine yağ sürülmüş olmasının dışında, kurtuluş savaşı sonrası devrimlerle inşa edilen bir cumhuriyetin ardından 1945’den sonraki dönemlerde demokrasi ve ifade özgürlükler gibi özgürlükler faşizme ve monarşi yönetimlere teslim olmak zorunda kaldı.

Çok Partili Rejimin Getirdiği Demokrasi
Çok partili rejime geçirmesinden sonraki yıllarda cumhuriyeti, demokrasiyi, insan hakları ve özgürlükler gibi kavramların özünü benimsemeyen kurulan çürük iradeli hükümetler ve askeri darbe girişimleri ve birçok askeri darbelerle sonuçlandığını tarih sayfalarında görülüyor. 27 Mayıs 1960 sabahı tanklar Meclisin önündeydi. Albay Alparslan Türkeş Milli Birlik Komitesinin ilk bildirisini radyodan duyurmuş. Ve ‘’ Ordu İhtilal yapmıştı ’’ Dün gece yarısından itibaren bütün Türkiye de deniz, hava ve kara olmak üzere Türk silahlı kuvvetleri el ele vererek ülkenin idaresini ele almıştır. Ordu ve gençlik birlik olmuş. Atatürk posterleri ellerde subaylar ise omuzlardaydı. İhtilal sonunda, 27 Mayıs 1961’ de Başbakan Adnan Menderes Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idamları ile sonuçlanır. Artık Milli Birlik Komitesinin egemenliği söz konusudur. Yeni Anayasa oylanır. Ve kabul edilir. Tarihe 1961 Anayasası olarak geçen bu Anayasanın gençler için ayrı bir önemi olmuştu. Çünkü Özgürlük gençlere daha yakındı. Sonunda fikir ve düşünceler özgür olacaktı. Kurulan 26. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti veya 8’inci İsmet İnönü Hükümetinde, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ve Başbakan İsmet İnönü olmuştu. Bu dönemde üniversite gençliği ise tarih sahnesine çıkmaya başlamıştı. Milli Türk Talebe Birliği ve Türkiye Gençlik Teşkilatı gibi kuruluşlar artık seslerini daha çok çıkartabiliyordu. 1961 ile 1965 arası koalisyon girişimleri iki ihtilal girişimi ve Kıbrıs olayları gibi sıkıntılarla geçiyor olacaktı. 1965’ de yapılan seçimleri Adalet Partisinin üstünlüğüyle sonuçlanmasının ardından Türkiye İşçi Partisi ise 15 Milletvekili ile Türkiye Büyük Millet Meclisine girmişti. Sosyalistlerin Meclise girmeleri Türk siyasal yaşamının en önemli olaylarından biri olmuştu. Ancak Adalet partilerinden oluşan insanlar ve toplumun bir kısmı sosyalistlere duydukları büyük öfke anlaşılamayan sebeplerle doğrultusunda birçok saldırılara maruz kalıyorlardı. Gerilimi iyice arttırıyorlardı. O dönemde Sosyalist görüşüne sahip olmak büyük bir suç gözüyle bakılıyordu. Günümüzde ise, sanki mevcut Hükümet bu görüşe sahip olan insanlara terörist veya çapulcu gözüyle bakılacağı gerçeği geçmişten gelen kötü bir alışkanlıkların bir uzantısıydı. 1965’ te Türkiye İşçi Parti listesinden bağımsız milletvekili olarak seçilen Çetin Altan bir meclis konuşması sırasında Nazım hikmet ile bir soruya yanıt verirken, 143 kişi birden saldırılar ve Adalet partililer tarafından korkunç bir şekilde dövülmesiyle sonuçlanmıştı. Türk sosyalist hareketlerinden ve dünya sosyalist hareketlerinden o kadar çok korkuyorlardı ki, Adalet partililerin özgürlük ve eşitlik gibi kavramlara tahammül bile edemiyorlardı. Çetin Altan’ın dövülmesi meclis dışında büyük yankı bulmuştu. Özellikle sol görüşlü gençler muhalefeti parlamento dışına taşıyarak sinirler iyice gerilmişti. Muhalefet cephe ile hükümet arasında ise yüksek gerilim iyice atarken, kendilerine milliyetçi diyen bir grup oluşmuştu. Bu dönemde ortaya çıkan isim ise, Alparslan Türkeş’ ti. Türkeş çeşitli atılımlar yaparak AP’nin Genel başkanı olmak istiyordu. Ancak Adalet Partisi Genel Başkanlık koltuğuna oturan isim Süleyman Demirel olmuştu. Alparslan Türkeş ise rotayı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisine çevirdi. Önce parti müfettişi oldu. Ardında da 1 Ağustos 1965 tarihinde boşalan koltukta partinin genel başkanı oldu. Alparslan Türkeş hızlı yükselişine mitinglerde yanından eksik etmeyen kalpaklıların payı büyüktü. Kalpaklılar Türkeş’ in komandolarıydı. Özel eğitime tabi tutulan partililer aynı zamanda sosyalizm ve kominizim ile olan mücadelenin asli unsurları olacaklardı. Ve bu oluşum komandolar olarak anılacaklardı. 1967 yılından sonra kitap toplatma ve birçok yasaklamalar olmuş, aynı zamanda yazar ve çevirmenlerin tutuklanmaları ve Türkiye işçi Partisinin toplantıların basılması gibi olaylar artış gösterdiği o günlerden 1968 yılına gelindiği ise, Öğrenci gençlik hareketleri tarihe damgasını vuracaktı. Bu gençler emperyalizmle olan mücadelenin içinde olmak istiyorlardı. Denizler! Yani, 1968 kuşağını adı verilen bu dönem, gençlik hareketlerinin simgesi olan ve aynı zamanda o dönemin tartışılmaz lideri Deniz Gezmiş’ ti. Deniz Gezmiş ve dava arkadaşları ile birlikte çıktıkları bu zorlu yolculukta Gençlik Hareketlerini başlatmışlar ancak bu sonu olmayan bir yolculuktu.

1968 Kuşağındaki Gençlerin ABD Emperyalizmin Ve İşbirlikçilikleri İle Girdikleri Mücadele

Deniz Gezmiş ve arkadaşları, 1965 yılında başladıkları zorlu yolculuk 6 Mayıs 1972’e kadar çeşitli eylemlerle sürecekti. Özgür, tam bağımsız bir Türkiye için Deniz Gezmiş ve dava arkadaşlarının zorlu mücadelesi Amerikan Emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı verdikleri mücadele başlıyordu. Deniz Gezmiş henüz lise yıllarında sol görüşle tanışmasının ardından genç yaşta kendisini eylemlerin tam ortasında buluyor olacaktı. 31 Ağustos günü Ankara’dan İstanbul’a yürüyen Çorum Belediyesi temizlik işçilerinin, Taksim Anıtı’na çelenk koymaları sırasında Türk-iş yöneticilerini protesto eden grupla beraber yaptığı eylem sonucunda tutuklanarak gözaltına alınır. Bu olay Deniz Gezmiş‘in ilk gözaltına alındığı eylem olmuştu.
Deniz Gezmiş, 1966 yılının Kasım ayında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girmesinin ardından Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nun da çıkan olaylarda arkadaşları ile birlikte gözaltına alındıktan kısa bir süre sonra serbest bırakılmıştı. 22 Kasım günü öğrenci örgütlerinin düzenlediği Kıbrıs Mitingi sırasında Âşık İhsani ile birlikte ABD bayrağının yakılması nedeniyle tekrar gözaltına alınıyor olacaktı. Deniz Gezmiş 30 Ocak 1968′de Hukuk Fakültesindeki arkadaşları ile birlikte Devrimci Hukukçular Örgütü’ nü kurdular. Ardından İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi konferans salonunda düzenlenen AIESEC genel kurul toplantısında konuşma yapan Devlet Bakanı Seyfi Öztürk’ü protesto ettiği gerekçesiyle bir kez daha tutuklanmıştı. Yaklaşık 4 ay boyunca tutuklu kaldıktan sonra Deniz Gezmiş yargılanmasının ardından beraat ediyordu. Deniz Gezmiş’in günleri yaptığı eylemlerin karşısında öfkeli polisleri buluyor ve tutuklamalarla geçiyordu. Sonunda Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yaptığı eylemler dikkatleri üzerlerine toplamaya başarmışlardı. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yeni hedefleri ise, İstanbul Üniversitesini işgal etmekti. İstanbul Üniversitesi’nin işgal edilmesinde önderlik eden Deniz Gezmiş, İşgal Konseyi adı verilen grubun lideri olarak İstanbul Baltalamanı’ nida yapılan görüşmelere katılarak öğrenci haklarının elde edilmesinde etkili olmuştu.
Tarih sayfalarında yer alan Yunanlıları denize dökme olayından sonra ikinci kez Amerikan askerlerini denize dökme olayı yaşanıyor olacaktı. Unutulmayan bu tarihi olay 1968 kuşağı olarak da bilinen üniversite sosyalist gençler tarafından denize döktükleri 6. Filo Amerikan askerlerine karşı yapılan bir eylem gerçekleştirdiler. Aslında bu eylem 1968 kuşağının gençleri tarafından Amerikan emperyalizm ve işbirlikçilerine atılan bir tokat niteliğini taşıyan büyük bir eylemin sonucunda bedeli çok ağır sonuçlar doğuracak olan kaçınılamaz bir protestonun bir başlangıcıydı. İstanbul Dolmabahçe’ ye gelen Amerikan 6. Filonun görevli askerlerine karşı başlarından keplerini kapmak, üstlerine kırmızı boya atmak, üniformalarını jiletlemek ve Amerikan askerlerini sokak köşelerinde kıstırıp, onları hırpalamakla gibi, antiemperyalist eylemler gerçekleşiyordu. Bağımsız Türkiye ve kahrolsun emperyalizm sloganlarıyla bu eylemler başlamıştı. Gençler ile faşist polisler arasında geçen şiddetli çatışmalar neden olmuş, bu çatışmalar sonucunda kitleler halinde büyüyen öfkeli bir halka dönüşüyor olacaktı. 17 Temmuz 1968’ de kendi halkından olan bir genci Amerikan askerleri için öldüren Amerikan kahramanı Türk polisleriydi. Aynı zamanda, 6. Filo Amerikan askerlerine bir avuç hayat kadınları ile birlikte olabilmeleri için Türk Polislerinin koruması altında hotellere götürmeleri tarihi bir utanç’ dı. Böyle bir utanç dünyanın neresinde yaşamıştır bilinmez ancak Türkiye’ de bu utanç yaşandı. Oysaki Amerikan Emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı protesto eden sosyalist gençlerin talepleri çok basitti. Kokuşmuş bir sistemin bir parçası olan ülkeyi yöneten bu politikacılardan istedikleri tek şey, bağımsız bir Türkiye’ydi. Bu gençlerden biriydi Vedat Demircioğlu! 6. Filo’yu protesto olayları sırasında faşist polislerin İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu öğrenci yurduna düzenledikleri ani baskınla öğrencilere saldırarak ve hiç acımadan feci bir şekilde dövüldüler. Aynı zamanda polisler tarafından öğrencilerden biri olan Vedat Demircioğlu öğrenci yurdun üst pencereden aşağı atılarak öldürülüyor olacaktı. Öğrenci katili polisler maalesef, Türkiye’ in her döneminde varlıklarını sürdürmeye devam ediyor olacaklardı. Aynı zamanda halktan alınan vergilerle maaşları ödenen polislerin halkın polisleri değil, hükümetlerin bodyguardları oluyor olması sorgulanması gereken bir unsurdur. Deniz Gezmiş ve arkadaşları, kendi aralarında örgütlenmesinin ardından Taksim’ den başlayan yürüyüşler büyük kitleler halinde dönüşüyordu. Halk, Dolmabahçe’ ye bağımsız Türkiye sloganları ile yürüdüler. Türk halkının önemli bir Amerikan karşıtı eylem gerçekleştirilerek Dolmabahçe rıhtımına yanaşan 6. Filo'nun Askerlerini Deniz Gezmiş' in başında bulunduğu gençler tarafından Amerikan askerleri dövülerek denize atılıyorlardı. Ancak bu eylemlerin sonunda Deniz Gezmiş 6. Filo’nun İstanbul’ a girişini protesto etmesi nedeniyle tutuklanmasıyla sonuçlanıyor olacaktı.
Deniz Gezmiş, Milli Demokratik Devrim görüşünün öğrenciler arasında yayılmasında etkili olmuştu. 1968 yılında yapılan öğrenci eylemlerinde Cihan Alptekin, Mustafa Lütfi Kıyıcı, Mustafa İlker Gürkan, Cevat Ercişli, Selahattin Okur, Saim Kurul ve Erim Süerkan ile birlikte Devrimci Öğrenci Birliği’ni kuruldu. Daha sonra 1 Kasım’da Türkiye Milli Gençlik Teşkilatının da içinde bulunduğu Ankara Üniversitesi Talebe Birliği, Devrimci Öğrenci Birliği ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi Öğrenci Birliğinin de içinde bulunduğu bir eylem düzenlenmişti. Samsun’dan başlayarak Başkent Ankara’ya kadar bir yürüyüş organize edildi. Anıtkabir’e yapılan bu yürüyüşe ise, Mustafa Kemal yürüyüşü olarak anılıyor olacaktı. Bu protesto Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı verilmiş en iyi cevap niteliğini taşıyan etkili bir eylem daha gerçekleştirmişlerdi. Ancak Deniz Gezmiş ve arkadaşları eylemleri devam ediyordu. Tarihler 28 Kasımı gösterdiğinde ABD büyükelçisinin İstanbul’a gelişini protesto etmek amacıyla düzenlenen eylemde Deniz Gezmiş ve arkadaşları alışa gelmiş bir şekilde tekrar tutuklanıyorlardı. Ancak kısa bir süre içinde tekrar serbest bırakılmışlardı. Ancak Ocağın 1969’ unda soğuk bir kış gününde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının kalemlerinin kırılacağı bir eylem gerçekleştirmişlerdi. Amerikan Büyükelçisi Robert William Komer Orta Doğu Teknik Üniversitesini ziyaret etmesinin ardından ABD karşıtı üniversiteli öfkeli gençler ABD Büyükelçinin arabasını ters çevirip cayır cayır yaktılar. Bu eylemden sonra Komer ülkeyi terk etmek zorunda kalmasının ardından cihatçı Mehmet Şevki Eygi adlı bir yazar gazetede yazdığı bir köşe yazısında tüm Müslümanları Cihatta çağırılmıştı. Ve öyle de oldu! 16 Ocak 1969’ da tarih sayfalarına ‘’Kanlı Pazar’’ olarak geçecek o günde, bir tarafta kendilerine Müslüman diyen ve Beyazıt Cami önünde toplanan sakallı adamlar vardı. Aynı zamanda bu cihatçı sakallı adamlar 6. filoyu kıble edinip namaz kılmışlardı. Ancak kılınan namaz elbette Tanrı için değildi. Onların namaz kılarken kime dua ettikleri sorusuna verilecek cevabı ise, Sanırım bunu Tanrı bilir. Ya da ABD….! Diğer tarafta ise, tam bağımsız Türkiye sloganları atan sosyalist gençler vardı. Bu sakallı adamlar Allah, Allah diyerek ellerindeki bıçaklarla, sopalarlar ve bazı rivayetlere göre de kılıçlarla gençlere saldıran faşistlerin vahşice saldırıları tarih sahnesine geçmiş en utanç verici olaylardan biri olmuştu. Yaşanan bu korkunç olaylar devam ederken Adalet partisi tepkiyi arttırmak amacıyla devrimci öğrencilerin bir toplantısında, çoğunluğu çevre şehirlerden getirilen bıçaklı ve sopalı karşıt görüşteki insanlar tarafından basılmasının ardından 2 genç insan öldürülmüştü. Artık sağ ve sol görüşteki cepheler birbirine karşı düşmanca bakan bir kitle oluşturuyordu. Artık sopaların yerine silahlar almış ve işgal ve boykot eylemleri birbirini tetiklemişti. Her üniversite kampüsleri çatışma alanına dönüşüyor olacaktı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Taylan Özgür, 23 Eylül 1969 yılında faili meçhul cinayete kurban gitmiş ilk isimdi. O İstanbul Üniversitesi Öğrenci Birliği Beyazıt kongresi sırasında haince sivil bir polis tarafından sırtından vurularak öldürüldü. Ancak bir polis olduğu düşünülen katil, maalesef hala adalet karşısına çıkarılamadı. Ya da bu katil polisi adalet karşısına çıkarmak istemediler dense, daha doğru bir ifade olurdu. Sanki Amerikan Büyükelçinin arabasının yakılması olayının bir intikamı alınıyor gibiydi. Önce Vedat Demircioğlu sonra Taylan Özgür cinayetleri olmuş. Sanki bu genç sosyalistler İstanbul’un karanlık sokaklarının bir köşesinde tek tek infaz ediliyordu.
Deniz Gezmiş 23 Haziran 1969′ da Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı’ nın toplandığı 1. Devrimci Milliyetçi Gençlik Kurultayında Fikir Kulüpler Federasyonu Genel Başkanı Yusuf Küpeli ile birlikte bir program hazırladıktan sonra hakkında tutuklama kararının olmasından dolayı Filistin’e kaçtı. Deniz Gezmiş ve arkadaşları Filistin’de silahlı eğitim almasının ardından İsrail’ e karşı Filistin halkı için bir gerilla gibi silahlı bir mücadelenin içine girerler. Filistin’de 1 Eylül 1969′a kadar bu mücadelenin içinde kaldılar. Bu dönemde İstanbul Üniversitesi işgali olayından dolayı Hukuk Fakültesi’nden atılan Deniz Gezmiş, 23 Eylül 1969′ da Hukuk Fakültesinde olduğu bir sırada polis tarafından yakalanılarak gözaltına alındı. 25 Kasım’da serbest bırakılmasını ardından Yıldız Devlet ve Mühendislik Akademisi’nde Battal Mehetoğlu’ nün sağcılar tarafından öldürülmesi olayında Üniversite’de yapılan araştırmalar da Deniz Gezmiş‘ e ait olduğu düşünülen silahların ele geçirilmesi üzerine hakkında tekrar tutuklama kararı çıkarılmasının ardından tekrar tutuklanan Deniz Gezmiş, uzun bir süre hapis yatmasının artından öğrenci hareketlerinden uzaklaştı. Cünkü Deniz Gezmiş ve arkadaşları bir karar vermişlerdi. Öğrenci eylemleri, boykotlar yeterli olmuyor ve istedikleri özgürlüğü kazanamayacaklarını anlamışlardı. Hüseyin İnan, Yusuf Arslan, Alparslan Özdoğan, Sinan Cemgil ve Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin ile birlikte kendilerine göre bir örgüt kurarlar. Bu örgüt Deniz’ in sonradan yakalandığında paraları ne yapacaksın sorucuna verdiği cevaptaki örgüt olarak anılacaktır. Bu örgütün adı ise, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusuydu.
Sosyalist gençlerin kurmuş olduğu bu örgüt, Türkiye’ de silahlı mücadele veren ilk siyasi örgüt olan Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu, bağımsız ve demokratik bir Türkiye için mücadele vermişlerdi. İlk eylemini 11 Ocak 1971 yılında gerçekleştirdiler. Bu eylem Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu adına Ankara İş Bankası Emek şubesi soyulmasıyla gerçekleşiyordu. Deniz Gezmiş ve arkadaşları 4 Mart 1971’ de Ankara’ nın soğuk bir sabahında Balgat’taki TUSLOG tesislerinden Jimmie Sexton, Larry J Heavner, Richard Carazzi ve James Gholson adlarındaki 4 Amerikalı asker kaçırılmış ancak belli bir süre sonra serbest bırakıldılar. Amerikalı askerlerinin basına verdiği röportaj’ da şunları söylüyorlardı
‘’ Muhabirin ilk sorusu şöyleydi. Sizi neden kaçırdıklarını söylediler mi? Amerikan askerin ise şöyle cevap verdiler. Evet, Türkiye’yi kurtarmak istediklerini söylediler. Muhabirin Amerikan askerlerine ikinci sorusu şöyleydi. Sizi erken salıverdiler. Ve onların davranışları dostça mıydı? Muhabirin bu sorusuna Amerikan askerleri şöyle cevap verdiler. Onalar sürekli olarak bize zarar vermek istemediklerini söylüyorlardı. Evet, sanırım bu yüzden bizi serbest bıraktılar.’’
Bu olayın ardından Deniz Gezmiş ve arkadaşları şehirden uzak dağlara sığınmaya karar verirler. Artık köylülerle ve emekçilerle buluşma vakti gelmişti. Kurtuluşa ulaşmak için dağlardan başlanması gerektiğini düşünüyorlardı. Rivayetlere göre, toplumun bütün kesiminden ve ordunun içinden bile destek göreceklerini düşünüyorlardı. Gençlerin saf ve iyimser düşüncelerine göre ordu gençlerden yana bir darbe yapacaklardı. Yani bu sol bir darbe olacaktı. Ancak onlar yanılıyorlardı. 9 Mart darbe girişimini 12 Mart’ta Menduh Tağmaç Genelkurmay Başkanıydı. Üst kademe bunu öğrendi. Yani içlerinden bazıları haber verdiler. Ve 9 Mart darbesini önlemek adına 12 Mart darbesini yaptıkları söylenir. Aslında, 12 Mart darbesinin özelliği şuydu. 27 Mayıs Anayasasının sağladığı bütün demokratik özgürlükler yani, toplumsal örgütler, sendikal örgütler ve gençliğin kendi içindeki örgütlenmeler veya bütün Üniversiteler de öğrenci dernekleri 12 Mart darbesiyle yok edildi. Artık gençlerin önü kesilmesi gerekiyordu. Bu sırada Deniz Gezmiş hakkında tutuklama kararı çıkarılmış polisten kaçıyorlardı. Ancak 12 Mart darbesinin hemen ardından Yusuf Aslan ile birlikte Sivas’ a giderken motosikletlerinin bozulmasını ardından ihbarla 16 Kasım 1971′de Gemerek’ te yakalandılar. Deniz Gezmiş ve arkadaşları Kayseri’ ye getirildi. Ardından Ankara’ ya….! O dönemin İçişleri Bakanı olan Haldun Menteşeoğlu’na götürüldü. Deniz Gezmiş’ in arkadaşları yani, Nurhak grubu Malatya Kürecik Amerikan üssüne gidip Deniz Gezmiş ve Yusuf İnan’ın serbest bırakılması için Amerikan askerlerini esir almayı planlamışlardı. Ancak bu düşündükleri gibi gerçekleşmeyecekti. Elbistan dağlarında yapayalnız tek başlarına kalmışlardı. Arkalarında ise bir ordunun seçkin askerleri vardı. Gençlerin şehirleri bırakıp dağlara yönelmesi iktidarı daha çok öfkelendiriyordu. Bu yürüyüş durdurulmalıydı. Çünkü bu devlete karşı yapılmış bir tehdit olarak görüyorlardı. Dağlardaki bu zorlu yürüyüş ve çıkılan bu yolculukta yorgun bedenler dağlara teslim olmamak için çabalıyordu. Zamanının durduğu bir anda kendileri hiç düşünmedikleri bir çatışmanın içinde bulmuşlardı. İnandıkları davanın bir simgesi olarak gördükleri köylü figürü onları sırtından bıçaklayacaktı. Yani köylülerden biri, bir çoban gençleri ihbar etmişti. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun kurucularından Sinan Cemgil, Apasran Özdoğan ve Kadir Manga Malatya’ daki Nurhak dağlarında girdikleri çatışmada öldürüldüler.

Hükümet Ve Türk Ordusu Tarafından Gerçekleştirilen Kızıldere Operasyonu

Türkiye Kurtuluş Halk Ordusu davasının ilk duruşması 16 Temmuz 1971’ de başlıyordu. Yargılamalar kimilerine göre o dönemin şartlarına göre adildi. Kimilerine göre ise, tam bir hukuk skandalıydı. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu davası anlaşılmaz bir şekilde kısa bir sürede sonuçlanmıştı. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına idam kararı verilmişti. Ancak devletin işlemek isteği bu cinayetleri önlemek adına vicdan sahibi birçok insan çeşitli yasal girişimlerde bulunuyordu. Aynı zamanda, Mahir Çayan ve arkadaşları Deniz Gezmiş ve Yusuf Arslan ve Hüseyin İnanı kurtarmak için bir eylem planı hazırlamışlardı. Ancak hiç bir şey yolunda gitmeyecekti. 26 Mart 1972' de Ünye 'de NATO'ya ait radar istasyonunda çalışan iki Kanadalı ve bir Brezilyalı Teknisyeni kaçırmışlardı. Karşılığında ise, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu önderleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın serbest bırakılmalarını istiyorlardı. Rehinlerle birlikte Niksar’ın Kızıldere köyü muhtarının evinde kalmakta olan arkadaşlarının yanına gittikten iki gün sonra yani 30 Mart günü muhtarın evinde askerler tarafından ablukaya alınmış olduğunu fark etmeleri çok zor olmamıştı. Komutanların megafonla yaptığı teslim olun çağrılarına Mahir Çayan şöyle cevap verdi. "Erleri geri çekin, rütbeliler gelsin ve biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik" sözleri ile karşılık verdi. Evi sarmış olan askerler eve girdiklerinde çatışmalarda ilk Mahir Çayan yere düşerek alnından aldığı yarayla evin çatısında can verdi. Devlet güçlerinin havan topları ve roketatarlarla evdekilere ateş açması sonucu evde taş üstünde taş kalmayacaktı. Tokat’ın Kızıldere ilçesinde çıkan çatışmalar sonucunda Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan, Sabahattin Kurt ve Nihat Yılmaz öldürülmüştü. Evde bulunan Ertuğrul Kürkçü ise samanlıkta yaralı bir şekilde ele geçirilmiş, Aynı zamanda rehineler de çatışma sırasında cansız bedenleri harabeye çevrilmiş evin taşlarının altında bulunmuştu. Aslında devlet güçleri tarafından rehineler harcandığını söyleşense daha doğru bir ifade olurdu. Bu üzücü olay tarihte ‘’ Kızıldere katliamı ‘' olarak geçiyor olacaktı.

Türk Yargı Sisteminin Adalet Anlayışı

O dönemde öyle bir ortam oluşturulmuştu ki, sıkıyönetim ilan edilmiş ve kamuoyu, basın ve halk baskı altındaydı. Devamlı gözaltılar ve devamlı tutuklamalar oluyorken aynı zamanda yargılamalar yapılıyordu. Bu ortamı anlayabilmek için 17 Mayıs 1971 yılında Başbakanlık bildiresi altında yayınlanan bildiriyi tekrar gözden geçirmek gerekir. Bu bildiride şu ifadeler geçiyordu. Biz yeni yasalar hazırlıyoruz. Bu yasalara göre, bize saklanan o insanları haber vermeyenleri idam cezası ile yargılayacağız. Bunun için çıkaracağımız yasalar geriye yürüyecek şeklinde olacaktır. Bu bildiri hukuk ve düzen tanımayan bir zihniyet tarafından hazırlandığı ortaya çıkıyordu. İşte böyle bir ortan içinde Deniz Gezmiş davası başlıyordu.
Hazırlanan iddianameye göre, onların Anayasal düzeni ortadan kaldırmak ve onun yerine yeni bir düzen getirmek istedikleriyle ilgiliydi. Böyle bir girişimde bulundukları ve Anayasayı ihlal ettikleri söyleniyordu. Oysaki onların Anayasayı ihlal etmek gibi düşünceleri yoktu. Çünkü onlar bütün konuşmalarında, yürüyüşlerinde ve toplantılarında 1961 Anayasasını yani o gün yürürlükte olan Anayasayı savundular ve bu Anayasanın tamamen uygulanmasını istemişlerdi. Çünkü o dönemde 1961 Anayasası geriye dönük değişikler olacağı söyleniyordu. Onlarda buna karşı çıkıyor ve Anayasanın tamamen uygulanmasını istiyorlardı. Aynı zamanda Deniz Gezmiş ve arkadaşları, Samsun’dan Ankara’ Ya Mustafa Kemal yürüyüşün düzenlenmesinin amacı Anayasayı tamamen uygulanmasına yönelikti. Bütün sloganları Anayasayı tamamen doğru bir şekilde uygulanmasıydı. Bu mahkeme diğer suç askeri mahkemeleri gibi görünüyordu. 357 sayılı askeri mahkemelerin kuruluşu ve yargılanma usulleri hakkında yasaya göre korundu. Buna göre Yargıçların yürütme organı görevlendiriyordu. Ve yürütme organı görevlendirildiği içinde yürütme organına bağımlı duruma gelmesi anlamını taşıyordu. Bağımsızlıkları yoktu. Oysaki yürürlükteki 1961 Anayasasına göre, Yargıçlar görevlerinde bağımsızdırlar. Hiçbir şekilde onların üzerinde telkinde ve etkide bulunamaz emir ve talimatlarda verilemez şeklinde hükümler olan bir Anayasa’ ydı. Bu nedenle kurulan bu mahkeme Anayasaya tamamen haykırıydı. Mahkemede O dönemin 11 Avukatı bu durumu anlatabilmeleri için 20 kitap sayfasında tutarında dilekçe verilmiş. Bütün avukatların ortak kararı olan bu konu Anayasa mahkemesine götürülmesini istiyorlardı. Anayasa mahkemesi Avukatların bu talebimizi incelenmesi gerekirken ancak mahkeme kısa bir görüşmeden sonra hiç geçerli olmayan bir takım gerekçelerle Avukatların bu talebi ret ediliyordu. Bu davada 26 sanık yargılanıyordu. Yani 26 genç’ in idamları isteniyordu. Anayasal düzeni ortadan kaldırmak gerekçesiyle bu dava 2 ay 23 gün sürmüştü. Ve 2 ay 23’üncü günün sonunda 26 kişinin 18 genç insana ölüm cezası veriliyordu. Bu tarihte görülmemiş ilginç bir olaydı. Çünkü o dönemin Yargıçların kimsenin bilmediği bir nedenden dolayı acelesi var gibi gözüküyordu. Hüküm bir an önce verilmesi gerekiyordu. 2 ay 23 gün içinde 18 genç’ i öldürmek istiyorlardı. Aynı zamanda Avukatlara verilen savunma süresi ise sadece 15 gündü. Avukatlar bu cinayet niteliğindeki kararı temyiz etmişler. Ardından dosya Askeri Yargıtay Dairesi kararı bozmuş. Ancak mahkeme eski kararında direnerek yine 18 kişini idamını vermişlerdi. Avukatlar ise bu kararı tekrar temyiz ettikten sonra dosya Askeri Yargıtay Daireler Kuruluna gittikten sonra mahkemenin vermiş olduğu kararı bozuldu. Ancak burada 18 kişiye değil, Asli fail durumunda görülen yani ön planda eylemi olduğu anlaşılan 3 kişiye Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ a idam cezası veriyoruz ve diğerlerini bozuyoruz kararı çıkmıştı. Evet, mahkeme kararı bozulmuştu ancak Anayasal düzeni bozan ve ölüm cezasını hak ettiklerini düşünen bir Yargı sistemi bu gençlerin arasından sadece 3 kurban seçiyor olacaklardı.
Evet, özgürlükleri arayan bir avuç gençlere şöyle diyorlardı. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu! Öyle bir ordu hayal edin ki, topları, tankları, uçakları ve tüfekleri olmayan ve sadece 30 ya da 40 kişiden oluşan devasa bir ordu Anayasal düzeni bozuyor olsun! Anayasal düzeni bozduğu söylenen Deniz Gezmiş’ in sahip olduğu kırık dökük silahı bile üzerine bir taşla vurulduğunda çalışan bir silah olduğu söyleniyor. Bu ordunun önderi olan Deniz Gezmiş hiç kimseyi öldürmemişti. Bu ordunun tek silahı vardı. Bu da fikir ve düşüncelerden başka bir şey değildi. Aslında onların korktuğu tek şey de buydu. Evet, herkesin korktuğu bir şey olduğu söylenir. Faşistlerin korktuğu şey ise, daima özgür iradeler olmuştur.
Pekâlâ, adaletsiz yargılama süreci böyle ilerken Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının kendilerinin hazırladıkları ortak savunmasının son bölümü şöyleydi. Bu savunmada Deniz Gezmiş şöyle diyordu.
‘’Biz stratejik olarak düşüncelerimizi hiçbir zaman saklamayız. Hangi şartlarda olursak olalım bunu açıkça söyleriz. Düşüncelerimizi mezara kadar götürürüz. Nasıl burada namluların ve dipçiklerin gölgesi altında konuşuyorsak, düşüncelerimizi her zaman açıkça ifade ederiz. Tarih evvelce bunu yapanları nasıl temize çıkarmışsa bizi de temize çıkaracaktır, buna da inanıyoruz. Profesyonel devrimci bugünün Türkiye'sinde kendini hayatı boyunca Türkiye'nin bağımsızlığına adayan kimsedir. İddianamede 'fikir özgürlüğünü ve anayasayı paravan yapanlar, önceleri Atatürkçü geçinirken onun fikir ve şahsiyetiyle küçük görmeye başladılar' şeklinde ve Sadece Mustafa Kemal tarafını beyan ediyorlardı' şeklinde bir cümle mevcuttur, bunu kesin olarak reddediyorum, asla kabul etmiyorum. Diğer yurtseverler de bunu kabul etmezler. Bu kasten tahrif edilmek isteniyor. Bu cümle art niyetle hazırlanmıştır. Bu memlekette Mustafa Kemal'e gerçekten sahip çıkanlar varsa onlar da bizleriz. 35 milyon metrekare vatan toprakları işgal altındayken, bizim milli bütünlüğü bozmakla suçlanmamız gülünçtür. Mustafa Kemal sağ olsaydı bugün çok şaşırırdı. Hareketimiz tamamen anayasal bir harekettir. Anayasamızın başlangıç ilkesinde belirtilen ulusun zulme karşı direnme hakkını kullandık. Bu sebeple anayasal bir davranışta bulunduk. Yaptıklarımızın haklı olduğuna inanıyorum. Halen de bu inancı taşıyorum. Türkiye'nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı ölümden korkmuyorum. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum.’’
Bu düzen ve yargı sistemi üç gencin idamına ve geri kalan gençlere ise, ağırlaştırılmış hapis cezasını uygun görülmüştü. Adalet son sözünü söylemiş artık bu konu meclise taşınıyor olacaktı. İdamların onaylanmaması için ülke çapında imza kampanyası başlatılmıştı. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına Amerikan askerlerini kaçırdıkları zaman İsmet İnönü’nün gençlere şu çağrıyı yapmıştı. ‘’Kesinlikle bu askerleri öldürmeyin her şeyin bir çaresi bulunur.’’ İsmet Paşa’nın bu sözleri ve mecliste söylediği sözleri elbette yeterli olmayacaktı. Çünkü O, Mustafa Kemal değildi. İsmet İnönü harekete geçerek meclisteki görüşmelerde şunları söylüyordu.‘’ Ben siyasi suçlarda idam cezasına karşıyım ve haydi gelin bunu kaldıralım.’’ Çağrısını yapmıştı. Ancak Buna ilk karşı çıkanda AP Genel başkanı Süleyman Demirel olmuştu. Demirel’e göre, bu gençler demokrasiyi ve Anayasal düzeni yok etmeye çalışan büyük bir örgüt olduğunu mecliste söylerken arka sıralardan AP Milletvekilleri tarafından asalım onları diye sesler işitiliyordu. Bu işitilen seslerin içinden insanın kanını bile donduran üçe üç tezahüratları yapılıyordu. Maalesef bunlar zabıtlar da geçen tarihi gerçeklerdi. Mecliste yapılan oylamada Süleyman Demirel, İsmet Sezgin, Alpaslan Türkeş, Hüseyin Balan ve Yusuf Ulusoy idama evet oyu verirken, Necmettin Erbakan, Osman Bölükbaşı ve Seyfi Günbeştan oylamaya katılmayan o dönemin siyasetçilerinden bir kaçıydı. İsmet İnönü ve Bülent Ecevit hayır oyu vermişlerdi. O günkü Meclis tutanaklarına göre, TBMM’sinde 450 üyeden oylamaya 323 Milletvekilinin katılmıştı. 273 Milletvekili Evet oyu verirken 48 Milletvekili hayır oyu vererek idam cezasına karşı çıkmıştı. Ancak kazanan Adalet Partisinin Milletvekilleri oluyordu. AP Milletvekillerinin adalet anlayışına göre, gururla şunu söylüyorlardı. Üç sizden ve üç bizden…! Onlar Demokratik hakları olan Evet oylarını gururla vermişlerdi. İsmet İnönü ise artık tahammülüm kalmadı diyerek meclisi terk ediyordu.
Yıllar sonra işlenen bu cinayetler için Süleyman Demirel şöyle diyordu.‘’ ben sadece 273’ te biriyim.’’ Bu meclisin demokratik olan ortak iradesiydi. Aynı zamanda bir rivayetlere göre, o dönemin AP Genel Başkanı Süleyman Demirel’ in bir gazeteciye idamalar için verdiği bir demeçte, Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarından 15 yıl sonra şunları söylemişti. ‘’ Soğuk savaşın talihsiz olaylarından biri! ’’
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu adı verilen büyük örgüt çökeltilmişti. Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve Deniz Gezmiş ‘’ 6 Mayıs 1972 ‘’ tarihinde O gençlerin ellerine kelepçe vuruldu ve ayaklarına ise pranga vurulmuş bir şekilde bir pencerenin arkasından bir sandalyenin üzerine oturtularak sıranın kendisine gelmesini beklediler. Tek tek arkadaşlarının idamları seyrettirdiler. Gençler, kendi idamlarını böyle bekleyerek ölümü kucakladılar. Ancak onurlu bir şekilde…..!
Deniz Gezmiş’in son sözleri şöyleydi. ‘’ Yaşasın tam bağımsız Türkiye, Yaşasın Marksizm Leninizm’in yüce ideolojisi, Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının bağımsız mücadelesi, Kahrolsun emperyalizm, Yaşasın işçiler ve köylüler.‘’
Bu sözler Deniz Gezmiş’ in son sözleriydi. Günümüzde vicdanı olan ve özgürlük mücadelesi veren her bir bireyin Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının fikir ve düşünceleri özgür iradelerde ve kalplerde yaşamaya devam edecektir. Çünkü Fikir ve düşünceler asla öldürülemez…! Türk yargısı ise her 6 Mayıs günü bu utancın izlerini insanlık var olduğu sürece taşımaya devam edecektir.
Evet, zaman ilerledikçe insanlar değişiyor ama özgür iradeler değişmiyordu. İnsanlar doğuyor, yaşıyor ve ölüyorlar ama başka bedenlerde ve başka zihinlerde özgür iradeler daima filizleniyordu. Bunlardan biride Araştırmacı Gazeteci ve Yazar olan Abdi İpekçiydi. 1 Şubat 1979 tarihinde bir suikasta öldürüldü. Tıpkı 24 Ocak 1993’ de Araştırmacı Gazeteci ve Yazarı Uğur Mumcu’ nün bir suikasta öldürüldüğü gibi, Bu sistem ve düzen özgür iradelere savaş açılmıştı bir kere!
 

Ekli dosyalar

  • 578626-fft81_mf2153539.jpg
    578626-fft81_mf2153539.jpg
    105.5 KB · Görüntüleme: 276
Ad
Soyad
Katılım
16 Mayıs 2021
Konum
Adana
Konular
1
Mesajlar
4
Ticaret - 0%
0   0   0
  
iletişim
Meslek
koder
Detay  
Meslek
koder
Yok, tıraş falan da olmayacağım. Önce gidip orada oturacak, bir sigara yakacağım. Sonra demli güzel bir çay içeceğim. Ha, bak, Rodrigo'nun o ünlü gitar konçertosunu dinlemek isterim orada. Bak bunu çok isterim. Sanırım, asılacak bir insanın son isteklerini geri çevirmezler. Bunları isteyeceğim... Deniz Gezmişin Kendi Ağzından Kaleme Alınmıştır. Denizin Anısına...

You must be registered for see medias
 
Yorum
Ad
Soyad
Katılım
8 Nisan 2022
Konum
ankara
Konular
0
Mesajlar
3
Ticaret - 0%
0   0   0
  
iletişim
Meslek
öğretmen
Detay  
Meslek
öğretmen
ÖZGÜR İRADELERİN ÖDEDİĞİ AĞIR BEDEL


Bugün günlerden 6 Mayıs yani, adaletin simgesi olarak kabul edilen ‘’Themis Heykelinde’’ gözleri bağlı bir kadın figürünün bir elinde kılıcı tutarken diğer elinde ise, dengeli bir teraziyi tutar. Ancak bugün bu terazinin dengesi farklı yönlerde olduğu görülür. Terazinin sol tarafındaki kap en aşağı inmiş, terazinin sağ tarafındaki kap en yükseğe çıktığının görülmesinin nedeni tarihin en karanlık günlerinden birinin yaşandığını göstermesi bir metafordan başka bir şey değildir. Adalete ve özgürlüğe inanan her insanın kalbinde hissettiği acı her 6 Mayıs günü kalplerde bir yerlerde hissedilir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün demokrasi adına istediği çok partili rejime geçme fikri, 1945 tarihinde çoklu partili rejime geçilmesi ile sonuçlanmıştı. Ancak bu düşünce iyimser olarak görünse de yeni kurulmuş Cumhuriyet ve Türk halkı buna hazır değildi. Türk halkının yüz yıllardır padişah baskısı ile yaşamış bir toplum olmasının dışında o dönemlerde günümüzde olduğu gibi insanların dini duygularının sömürüldüğü yıllardı. Aslında o çağlarda güçlü İmparatorlukların kralları veya padişahların tek bir sözüyle kendinden güçsüz gördüğü ülkeler işgal edip, sömürgecilik anlayışına sahipti. Osmanlı İmparatorluğu ise, bu anlayışı din adı altında yapıyordu. O çağların Anayasası maalesef buydu. Bu bağlamda Türk toplumun özgürlük, insan hakları, eşitlik, kendi ifade etme özgürlüğü, demokrasi gibi kavramları benimsemesi kolay olmayacaktı. Bu nedenle çok partili rejime geçme fikri, Atatürk’ün en büyük yanılgısı oldu. Çünkü bu durum emperyalizmin ekmeğine yağ sürülmüş olmasının dışında, kurtuluş savaşı sonrası devrimlerle inşa edilen bir cumhuriyetin ardından 1945’den sonraki dönemlerde demokrasi ve ifade özgürlükler gibi özgürlükler faşizme ve monarşi yönetimlere teslim olmak zorunda kaldı.

Çok Partili Rejimin Getirdiği Demokrasi
Çok partili rejime geçirmesinden sonraki yıllarda cumhuriyeti, demokrasiyi, insan hakları ve özgürlükler gibi kavramların özünü benimsemeyen kurulan çürük iradeli hükümetler ve askeri darbe girişimleri ve birçok askeri darbelerle sonuçlandığını tarih sayfalarında görülüyor. 27 Mayıs 1960 sabahı tanklar Meclisin önündeydi. Albay Alparslan Türkeş Milli Birlik Komitesinin ilk bildirisini radyodan duyurmuş. Ve ‘’ Ordu İhtilal yapmıştı ’’ Dün gece yarısından itibaren bütün Türkiye de deniz, hava ve kara olmak üzere Türk silahlı kuvvetleri el ele vererek ülkenin idaresini ele almıştır. Ordu ve gençlik birlik olmuş. Atatürk posterleri ellerde subaylar ise omuzlardaydı. İhtilal sonunda, 27 Mayıs 1961’ de Başbakan Adnan Menderes Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idamları ile sonuçlanır. Artık Milli Birlik Komitesinin egemenliği söz konusudur. Yeni Anayasa oylanır. Ve kabul edilir. Tarihe 1961 Anayasası olarak geçen bu Anayasanın gençler için ayrı bir önemi olmuştu. Çünkü Özgürlük gençlere daha yakındı. Sonunda fikir ve düşünceler özgür olacaktı. Kurulan 26. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti veya 8’inci İsmet İnönü Hükümetinde, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ve Başbakan İsmet İnönü olmuştu. Bu dönemde üniversite gençliği ise tarih sahnesine çıkmaya başlamıştı. Milli Türk Talebe Birliği ve Türkiye Gençlik Teşkilatı gibi kuruluşlar artık seslerini daha çok çıkartabiliyordu. 1961 ile 1965 arası koalisyon girişimleri iki ihtilal girişimi ve Kıbrıs olayları gibi sıkıntılarla geçiyor olacaktı. 1965’ de yapılan seçimleri Adalet Partisinin üstünlüğüyle sonuçlanmasının ardından Türkiye İşçi Partisi ise 15 Milletvekili ile Türkiye Büyük Millet Meclisine girmişti. Sosyalistlerin Meclise girmeleri Türk siyasal yaşamının en önemli olaylarından biri olmuştu. Ancak Adalet partilerinden oluşan insanlar ve toplumun bir kısmı sosyalistlere duydukları büyük öfke anlaşılamayan sebeplerle doğrultusunda birçok saldırılara maruz kalıyorlardı. Gerilimi iyice arttırıyorlardı. O dönemde Sosyalist görüşüne sahip olmak büyük bir suç gözüyle bakılıyordu. Günümüzde ise, sanki mevcut Hükümet bu görüşe sahip olan insanlara terörist veya çapulcu gözüyle bakılacağı gerçeği geçmişten gelen kötü bir alışkanlıkların bir uzantısıydı. 1965’ te Türkiye İşçi Parti listesinden bağımsız milletvekili olarak seçilen Çetin Altan bir meclis konuşması sırasında Nazım hikmet ile bir soruya yanıt verirken, 143 kişi birden saldırılar ve Adalet partililer tarafından korkunç bir şekilde dövülmesiyle sonuçlanmıştı. Türk sosyalist hareketlerinden ve dünya sosyalist hareketlerinden o kadar çok korkuyorlardı ki, Adalet partililerin özgürlük ve eşitlik gibi kavramlara tahammül bile edemiyorlardı. Çetin Altan’ın dövülmesi meclis dışında büyük yankı bulmuştu. Özellikle sol görüşlü gençler muhalefeti parlamento dışına taşıyarak sinirler iyice gerilmişti. Muhalefet cephe ile hükümet arasında ise yüksek gerilim iyice atarken, kendilerine milliyetçi diyen bir grup oluşmuştu. Bu dönemde ortaya çıkan isim ise, Alparslan Türkeş’ ti. Türkeş çeşitli atılımlar yaparak AP’nin Genel başkanı olmak istiyordu. Ancak Adalet Partisi Genel Başkanlık koltuğuna oturan isim Süleyman Demirel olmuştu. Alparslan Türkeş ise rotayı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisine çevirdi. Önce parti müfettişi oldu. Ardında da 1 Ağustos 1965 tarihinde boşalan koltukta partinin genel başkanı oldu. Alparslan Türkeş hızlı yükselişine mitinglerde yanından eksik etmeyen kalpaklıların payı büyüktü. Kalpaklılar Türkeş’ in komandolarıydı. Özel eğitime tabi tutulan partililer aynı zamanda sosyalizm ve kominizim ile olan mücadelenin asli unsurları olacaklardı. Ve bu oluşum komandolar olarak anılacaklardı. 1967 yılından sonra kitap toplatma ve birçok yasaklamalar olmuş, aynı zamanda yazar ve çevirmenlerin tutuklanmaları ve Türkiye işçi Partisinin toplantıların basılması gibi olaylar artış gösterdiği o günlerden 1968 yılına gelindiği ise, Öğrenci gençlik hareketleri tarihe damgasını vuracaktı. Bu gençler emperyalizmle olan mücadelenin içinde olmak istiyorlardı. Denizler! Yani, 1968 kuşağını adı verilen bu dönem, gençlik hareketlerinin simgesi olan ve aynı zamanda o dönemin tartışılmaz lideri Deniz Gezmiş’ ti. Deniz Gezmiş ve dava arkadaşları ile birlikte çıktıkları bu zorlu yolculukta Gençlik Hareketlerini başlatmışlar ancak bu sonu olmayan bir yolculuktu.

1968 Kuşağındaki Gençlerin ABD Emperyalizmin Ve İşbirlikçilikleri İle Girdikleri Mücadele

Deniz Gezmiş ve arkadaşları, 1965 yılında başladıkları zorlu yolculuk 6 Mayıs 1972’e kadar çeşitli eylemlerle sürecekti. Özgür, tam bağımsız bir Türkiye için Deniz Gezmiş ve dava arkadaşlarının zorlu mücadelesi Amerikan Emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı verdikleri mücadele başlıyordu. Deniz Gezmiş henüz lise yıllarında sol görüşle tanışmasının ardından genç yaşta kendisini eylemlerin tam ortasında buluyor olacaktı. 31 Ağustos günü Ankara’dan İstanbul’a yürüyen Çorum Belediyesi temizlik işçilerinin, Taksim Anıtı’na çelenk koymaları sırasında Türk-iş yöneticilerini protesto eden grupla beraber yaptığı eylem sonucunda tutuklanarak gözaltına alınır. Bu olay Deniz Gezmiş‘in ilk gözaltına alındığı eylem olmuştu.
Deniz Gezmiş, 1966 yılının Kasım ayında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girmesinin ardından Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nun da çıkan olaylarda arkadaşları ile birlikte gözaltına alındıktan kısa bir süre sonra serbest bırakılmıştı. 22 Kasım günü öğrenci örgütlerinin düzenlediği Kıbrıs Mitingi sırasında Âşık İhsani ile birlikte ABD bayrağının yakılması nedeniyle tekrar gözaltına alınıyor olacaktı. Deniz Gezmiş 30 Ocak 1968′de Hukuk Fakültesindeki arkadaşları ile birlikte Devrimci Hukukçular Örgütü’ nü kurdular. Ardından İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi konferans salonunda düzenlenen AIESEC genel kurul toplantısında konuşma yapan Devlet Bakanı Seyfi Öztürk’ü protesto ettiği gerekçesiyle bir kez daha tutuklanmıştı. Yaklaşık 4 ay boyunca tutuklu kaldıktan sonra Deniz Gezmiş yargılanmasının ardından beraat ediyordu. Deniz Gezmiş’in günleri yaptığı eylemlerin karşısında öfkeli polisleri buluyor ve tutuklamalarla geçiyordu. Sonunda Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yaptığı eylemler dikkatleri üzerlerine toplamaya başarmışlardı. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yeni hedefleri ise, İstanbul Üniversitesini işgal etmekti. İstanbul Üniversitesi’nin işgal edilmesinde önderlik eden Deniz Gezmiş, İşgal Konseyi adı verilen grubun lideri olarak İstanbul Baltalamanı’ nida yapılan görüşmelere katılarak öğrenci haklarının elde edilmesinde etkili olmuştu.
Tarih sayfalarında yer alan Yunanlıları denize dökme olayından sonra ikinci kez Amerikan askerlerini denize dökme olayı yaşanıyor olacaktı. Unutulmayan bu tarihi olay 1968 kuşağı olarak da bilinen üniversite sosyalist gençler tarafından denize döktükleri 6. Filo Amerikan askerlerine karşı yapılan bir eylem gerçekleştirdiler. Aslında bu eylem 1968 kuşağının gençleri tarafından Amerikan emperyalizm ve işbirlikçilerine atılan bir tokat niteliğini taşıyan büyük bir eylemin sonucunda bedeli çok ağır sonuçlar doğuracak olan kaçınılamaz bir protestonun bir başlangıcıydı. İstanbul Dolmabahçe’ ye gelen Amerikan 6. Filonun görevli askerlerine karşı başlarından keplerini kapmak, üstlerine kırmızı boya atmak, üniformalarını jiletlemek ve Amerikan askerlerini sokak köşelerinde kıstırıp, onları hırpalamakla gibi, antiemperyalist eylemler gerçekleşiyordu. Bağımsız Türkiye ve kahrolsun emperyalizm sloganlarıyla bu eylemler başlamıştı. Gençler ile faşist polisler arasında geçen şiddetli çatışmalar neden olmuş, bu çatışmalar sonucunda kitleler halinde büyüyen öfkeli bir halka dönüşüyor olacaktı. 17 Temmuz 1968’ de kendi halkından olan bir genci Amerikan askerleri için öldüren Amerikan kahramanı Türk polisleriydi. Aynı zamanda, 6. Filo Amerikan askerlerine bir avuç hayat kadınları ile birlikte olabilmeleri için Türk Polislerinin koruması altında hotellere götürmeleri tarihi bir utanç dı. Böyle bir utanç dünyanın neresinde yaşamıştır bilinmez ancak Türkiye’ de bu utanç yaşandı. Oysaki Amerikan Emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı protesto eden sosyalist gençlerin talepleri çok basitti. Kokuşmuş bir sistemin bir parçası olan ülkeyi yöneten bu politikacılardan istedikleri tek şey, bağımsız bir Türkiye’ydi. Bu gençlerden biriydi Vedat Demircioğlu! 6. Filo’yu protesto olayları sırasında faşist polislerin İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu öğrenci yurduna düzenledikleri ani baskınla öğrencilere saldırarak ve hiç acımadan feci bir şekilde dövüldüler. Aynı zamanda polisler tarafından öğrencilerden biri olan Vedat Demircioğlu öğrenci yurdun üst pencereden aşağı atılarak öldürülüyor olacaktı. Öğrenci katili polisler maalesef, Türkiye’ in her döneminde varlıklarını sürdürmeye devam ediyor olacaklardı. Aynı zamanda halktan alınan vergilerle maaşları ödenen polislerin halkın polisleri değil, hükümetlerin bodyguardları oluyor olması sorgulanması gereken bir unsurdur. Deniz Gezmiş ve arkadaşları, kendi aralarında örgütlenmesinin ardından Taksim’ den başlayan yürüyüşler büyük kitleler halinde dönüşüyordu. Halk, Dolmabahçe’ ye bağımsız Türkiye sloganları ile yürüdüler. Türk halkının önemli bir Amerikan karşıtı eylem gerçekleştirilerek Dolmabahçe rıhtımına yanaşan 6. Filo'nun Askerlerini Deniz Gezmiş' in başında bulunduğu gençler tarafından Amerikan askerleri dövülerek denize atılıyorlardı. Ancak bu eylemlerin sonunda Deniz Gezmiş 6. Filo’nun İstanbul’ a girişini protesto etmesi nedeniyle tutuklanmasıyla sonuçlanıyor olacaktı.
Deniz Gezmiş, Milli Demokratik Devrim görüşünün öğrenciler arasında yayılmasında etkili olmuştu. 1968 yılında yapılan öğrenci eylemlerinde Cihan Alptekin, Mustafa Lütfi Kıyıcı, Mustafa İlker Gürkan, Cevat Ercişli, Selahattin Okur, Saim Kurul ve Erim Süerkan ile birlikte Devrimci Öğrenci Birliği’ni kuruldu. Daha sonra 1 Kasım’da Türkiye Milli Gençlik Teşkilatının da içinde bulunduğu Ankara Üniversitesi Talebe Birliği, Devrimci Öğrenci Birliği ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi Öğrenci Birliğinin de içinde bulunduğu bir eylem düzenlenmişti. Samsun’dan başlayarak Başkent Ankara’ya kadar bir yürüyüş organize edildi. Anıtkabir’e yapılan bu yürüyüşe ise, Mustafa Kemal yürüyüşü olarak anılıyor olacaktı. Bu protesto Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı verilmiş en iyi cevap niteliğini taşıyan etkili bir eylem daha gerçekleştirmişlerdi. Ancak Deniz Gezmiş ve arkadaşları eylemleri devam ediyordu. Tarihler 28 Kasımı gösterdiğinde ABD büyükelçisinin İstanbul’a gelişini protesto etmek amacıyla düzenlenen eylemde Deniz Gezmiş ve arkadaşları alışa gelmiş bir şekilde tekrar tutuklanıyorlardı. Ancak kısa bir süre içinde tekrar serbest bırakılmışlardı. Ancak Ocağın 1969’ unda soğuk bir kış gününde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının kalemlerinin kırılacağı bir eylem gerçekleştirmişlerdi. Amerikan Büyükelçisi Robert William Komer Orta Doğu Teknik Üniversitesini ziyaret etmesinin ardından ABD karşıtı üniversiteli öfkeli gençler ABD Büyükelçinin arabasını ters çevirip cayır cayır yaktılar. Bu eylemden sonra Komer ülkeyi terk etmek zorunda kalmasının ardından cihatçı Mehmet Şevki Eygi adlı bir yazar gazetede yazdığı bir köşe yazısında tüm Müslümanları Cihatta çağırılmıştı. Ve öyle de oldu! 16 Ocak 1969’ da tarih sayfalarına ‘’Kanlı Pazar’’ olarak geçecek o günde, bir tarafta kendilerine Müslüman diyen ve Beyazıt Cami önünde toplanan sakallı adamlar vardı. Aynı zamanda bu cihatçı sakallı adamlar 6. filoyu kıble edinip namaz kılmışlardı. Ancak kılınan namaz elbette Tanrı için değildi. Onların namaz kılarken kime dua ettikleri sorusuna verilecek cevabı ise, Sanırım bunu Tanrı bilir. Ya da ABD….! Diğer tarafta ise, tam bağımsız Türkiye sloganları atan sosyalist gençler vardı. Bu sakallı adamlar Allah, Allah diyerek ellerindeki bıçaklarla, sopalarlar ve bazı rivayetlere göre de kılıçlarla gençlere saldıran faşistlerin vahşice saldırıları tarih sahnesine geçmiş en utanç verici olaylardan biri olmuştu. Yaşanan bu korkunç olaylar devam ederken Adalet partisi tepkiyi arttırmak amacıyla devrimci öğrencilerin bir toplantısında, çoğunluğu çevre şehirlerden getirilen bıçaklı ve sopalı karşıt görüşteki insanlar tarafından basılmasının ardından 2 genç insan öldürülmüştü. Artık sağ ve sol görüşteki cepheler birbirine karşı düşmanca bakan bir kitle oluşturuyordu. Artık sopaların yerine silahlar almış ve işgal ve boykot eylemleri birbirini tetiklemişti. Her üniversite kampüsleri çatışma alanına dönüşüyor olacaktı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Taylan Özgür, 23 Eylül 1969 yılında faili meçhul cinayete kurban gitmiş ilk isimdi. O İstanbul Üniversitesi Öğrenci Birliği Beyazıt kongresi sırasında haince sivil bir polis tarafından sırtından vurularak öldürüldü. Ancak bir polis olduğu düşünülen katil, maalesef hala adalet karşısına çıkarılamadı. Ya da bu katil polisi adalet karşısına çıkarmak istemediler dense, daha doğru bir ifade olurdu. Sanki Amerikan Büyükelçinin arabasının yakılması olayının bir intikamı alınıyor gibiydi. Önce Vedat Demircioğlu sonra Taylan Özgür cinayetleri olmuş. Sanki bu genç sosyalistler İstanbul’un karanlık sokaklarının bir köşesinde tek tek infaz ediliyordu.
Deniz Gezmiş 23 Haziran 1969′ da Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı’ nın toplandığı 1. Devrimci Milliyetçi Gençlik Kurultayında Fikir Kulüpler Federasyonu Genel Başkanı Yusuf Küpeli ile birlikte bir program hazırladıktan sonra hakkında tutuklama kararının olmasından dolayı Filistin’e kaçtı. Deniz Gezmiş ve arkadaşları Filistin’de silahlı eğitim almasının ardından İsrail’ e karşı Filistin halkı için bir gerilla gibi silahlı bir mücadelenin içine girerler. Filistin’de 1 Eylül 1969′a kadar bu mücadelenin içinde kaldılar. Bu dönemde İstanbul Üniversitesi işgali olayından dolayı Hukuk Fakültesi’nden atılan Deniz Gezmiş, 23 Eylül 1969′ da Hukuk Fakültesinde olduğu bir sırada polis tarafından yakalanılarak gözaltına alındı. 25 Kasım’da serbest bırakılmasını ardından Yıldız Devlet ve Mühendislik Akademisi’nde Battal Mehetoğlu nün sağcılar tarafından öldürülmesi olayında Üniversite’de yapılan araştırmalar da Deniz Gezmiş‘ e ait olduğu düşünülen silahların ele geçirilmesi üzerine hakkında tekrar tutuklama kararı çıkarılmasının ardından tekrar tutuklanan Deniz Gezmiş, uzun bir süre hapis yatmasının artından öğrenci hareketlerinden uzaklaştı. Cünkü Deniz Gezmiş ve arkadaşları bir karar vermişlerdi. Öğrenci eylemleri, boykotlar yeterli olmuyor ve istedikleri özgürlüğü kazanamayacaklarını anlamışlardı. Hüseyin İnan, Yusuf Arslan, Alparslan Özdoğan, Sinan Cemgil ve Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin ile birlikte kendilerine göre bir örgüt kurarlar. Bu örgüt Deniz’ in sonradan yakalandığında paraları ne yapacaksın sorucuna verdiği cevaptaki örgüt olarak anılacaktır. Bu örgütün adı ise, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusuydu.
Sosyalist gençlerin kurmuş olduğu bu örgüt, Türkiye’ de silahlı mücadele veren ilk siyasi örgüt olan Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu, bağımsız ve demokratik bir Türkiye için mücadele vermişlerdi. İlk eylemini 11 Ocak 1971 yılında gerçekleştirdiler. Bu eylem Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu adına Ankara İş Bankası Emek şubesi soyulmasıyla gerçekleşiyordu. Deniz Gezmiş ve arkadaşları 4 Mart 1971’ de Ankara’ nın soğuk bir sabahında Balgat’taki TUSLOG tesislerinden Jimmie Sexton, Larry J Heavner, Richard Carazzi ve James Gholson adlarındaki 4 Amerikalı asker kaçırılmış ancak belli bir süre sonra serbest bırakıldılar. Amerikalı askerlerinin basına verdiği röportaj’ da şunları söylüyorlardı

Bu olayın ardından Deniz Gezmiş ve arkadaşları şehirden uzak dağlara sığınmaya karar verirler. Artık köylülerle ve emekçilerle buluşma vakti gelmişti. Kurtuluşa ulaşmak için dağlardan başlanması gerektiğini düşünüyorlardı. Rivayetlere göre, toplumun bütün kesiminden ve ordunun içinden bile destek göreceklerini düşünüyorlardı. Gençlerin saf ve iyimser düşüncelerine göre ordu gençlerden yana bir darbe yapacaklardı. Yani bu sol bir darbe olacaktı. Ancak onlar yanılıyorlardı. 9 Mart darbe girişimini 12 Mart’ta Menduh Tağmaç Genelkurmay Başkanıydı. Üst kademe bunu öğrendi. Yani içlerinden bazıları haber verdiler. Ve 9 Mart darbesini önlemek adına 12 Mart darbesini yaptıkları söylenir. Aslında, 12 Mart darbesinin özelliği şuydu. 27 Mayıs Anayasasının sağladığı bütün demokratik özgürlükler yani, toplumsal örgütler, sendikal örgütler ve gençliğin kendi içindeki örgütlenmeler veya bütün Üniversiteler de öğrenci dernekleri 12 Mart darbesiyle yok edildi. Artık gençlerin önü kesilmesi gerekiyordu. Bu sırada Deniz Gezmiş hakkında tutuklama kararı çıkarılmış polisten kaçıyorlardı. Ancak 12 Mart darbesinin hemen ardından Yusuf Aslan ile birlikte Sivas’ a giderken motosikletlerinin bozulmasını ardından ihbarla 16 Kasım 1971′de Gemerek’ te yakalandılar. Deniz Gezmiş ve arkadaşları Kayseri ye getirildi. Ardından Ankara’ ya….! O dönemin İçişleri Bakanı olan Haldun Menteşeoğlu’na götürüldü. Deniz Gezmiş’ in arkadaşları yani, Nurhak grubu Malatya Kürecik Amerikan üssüne gidip Deniz Gezmiş ve Yusuf İnan’ın serbest bırakılması için Amerikan askerlerini esir almayı planlamışlardı. Ancak bu düşündükleri gibi gerçekleşmeyecekti. Elbistan dağlarında yapayalnız tek başlarına kalmışlardı. Arkalarında ise bir ordunun seçkin askerleri vardı. Gençlerin şehirleri bırakıp dağlara yönelmesi iktidarı daha çok öfkelendiriyordu. Bu yürüyüş durdurulmalıydı. Çünkü bu devlete karşı yapılmış bir tehdit olarak görüyorlardı. Dağlardaki bu zorlu yürüyüş ve çıkılan bu yolculukta yorgun bedenler dağlara teslim olmamak için çabalıyordu. Zamanının durduğu bir anda kendileri hiç düşünmedikleri bir çatışmanın içinde bulmuşlardı. İnandıkları davanın bir simgesi olarak gördükleri köylü figürü onları sırtından bıçaklayacaktı. Yani köylülerden biri, bir çoban gençleri ihbar etmişti. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun kurucularından Sinan Cemgil, Apasran Özdoğan ve Kadir Manga Malatya’ daki Nurhak dağlarında girdikleri çatışmada öldürüldüler.

Hükümet Ve Türk Ordusu Tarafından Gerçekleştirilen Kızıldere Operasyonu

Türkiye Kurtuluş Halk Ordusu davasının ilk duruşması 16 Temmuz 1971 de başlıyordu. Yargılamalar kimilerine göre o dönemin şartlarına göre adildi. Kimilerine göre ise, tam bir hukuk skandalıydı. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu davası anlaşılmaz bir şekilde kısa bir sürede sonuçlanmıştı. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına idam kararı verilmişti. Ancak devletin işlemek isteği bu cinayetleri önlemek adına vicdan sahibi birçok insan çeşitli yasal girişimlerde bulunuyordu. Aynı zamanda, Mahir Çayan ve arkadaşları Deniz Gezmiş ve Yusuf Arslan ve Hüseyin İnanı kurtarmak için bir eylem planı hazırlamışlardı. Ancak hiç bir şey yolunda gitmeyecekti. 26 Mart 1972' de Ünye 'de NATO'ya ait radar istasyonunda çalışan iki Kanadalı ve bir Brezilyalı Teknisyeni kaçırmışlardı. Karşılığında ise, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu önderleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın serbest bırakılmalarını istiyorlardı. Rehinlerle birlikte Niksar’ın Kızıldere köyü muhtarının evinde kalmakta olan arkadaşlarının yanına gittikten iki gün sonra yani 30 Mart günü muhtarın evinde askerler tarafından ablukaya alınmış olduğunu fark etmeleri çok zor olmamıştı. Komutanların megafonla yaptığı teslim olun çağrılarına Mahir Çayan şöyle cevap verdi. "Erleri geri çekin, rütbeliler gelsin ve biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik" sözleri ile karşılık verdi. Evi sarmış olan askerler eve girdiklerinde çatışmalarda ilk Mahir Çayan yere düşerek alnından aldığı yarayla evin çatısında can verdi. Devlet güçlerinin havan topları ve roketatarlarla evdekilere ateş açması sonucu evde taş üstünde taş kalmayacaktı. Tokat’ın Kızıldere ilçesinde çıkan çatışmalar sonucunda Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan, Sabahattin Kurt ve Nihat Yılmaz öldürülmüştü. Evde bulunan Ertuğrul Kürkçü ise samanlıkta yaralı bir şekilde ele geçirilmiş, Aynı zamanda rehineler de çatışma sırasında cansız bedenleri harabeye çevrilmiş evin taşlarının altında bulunmuştu. Aslında devlet güçleri tarafından rehineler harcandığını söyleşense daha doğru bir ifade olurdu. Bu üzücü olay tarihte ‘’ Kızıldere katliamı ‘' olarak geçiyor olacaktı.

Türk Yargı Sisteminin Adalet Anlayışı

O dönemde öyle bir ortam oluşturulmuştu ki, sıkıyönetim ilan edilmiş ve kamuoyu, basın ve halk baskı altındaydı. Devamlı gözaltılar ve devamlı tutuklamalar oluyorken aynı zamanda yargılamalar yapılıyordu. Bu ortamı anlayabilmek için 17 Mayıs 1971 yılında Başbakanlık bildiresi altında yayınlanan bildiriyi tekrar gözden geçirmek gerekir. Bu bildiride şu ifadeler geçiyordu. Biz yeni yasalar hazırlıyoruz. Bu yasalara göre, bize saklanan o insanları haber vermeyenleri idam cezası ile yargılayacağız. Bunun için çıkaracağımız yasalar geriye yürüyecek şeklinde olacaktır. Bu bildiri hukuk ve düzen tanımayan bir zihniyet tarafından hazırlandığı ortaya çıkıyordu. İşte böyle bir ortan içinde Deniz Gezmiş davası başlıyordu.
Hazırlanan iddianameye göre, onların Anayasal düzeni ortadan kaldırmak ve onun yerine yeni bir düzen getirmek istedikleriyle ilgiliydi. Böyle bir girişimde bulundukları ve Anayasayı ihlal ettikleri söyleniyordu. Oysaki onların Anayasayı ihlal etmek gibi düşünceleri yoktu. Çünkü onlar bütün konuşmalarında, yürüyüşlerinde ve toplantılarında 1961 Anayasasını yani o gün yürürlükte olan Anayasayı savundular ve bu Anayasanın tamamen uygulanmasını istemişlerdi. Çünkü o dönemde 1961 Anayasası geriye dönük değişikler olacağı söyleniyordu. Onlarda buna karşı çıkıyor ve Anayasanın tamamen uygulanmasını istiyorlardı. Aynı zamanda Deniz Gezmiş ve arkadaşları, Samsun’dan Ankara’ Ya Mustafa Kemal yürüyüşün düzenlenmesinin amacı Anayasayı tamamen uygulanmasına yönelikti. Bütün sloganları Anayasayı tamamen doğru bir şekilde uygulanmasıydı. Bu mahkeme diğer suç askeri mahkemeleri gibi görünüyordu. 357 sayılı askeri mahkemelerin kuruluşu ve yargılanma usulleri hakkında yasaya göre korundu. Buna göre Yargıçların yürütme organı görevlendiriyordu. Ve yürütme organı görevlendirildiği içinde yürütme organına bağımlı duruma gelmesi anlamını taşıyordu. Bağımsızlıkları yoktu. Oysaki yürürlükteki 1961 Anayasasına göre, Yargıçlar görevlerinde bağımsızdırlar. Hiçbir şekilde onların üzerinde telkinde ve etkide bulunamaz emir ve talimatlarda verilemez şeklinde hükümler olan bir Anayasa’ ydı. Bu nedenle kurulan bu mahkeme Anayasaya tamamen haykırıydı. Mahkemede O dönemin 11 Avukatı bu durumu anlatabilmeleri için 20 kitap sayfasında tutarında dilekçe verilmiş. Bütün avukatların ortak kararı olan bu konu Anayasa mahkemesine götürülmesini istiyorlardı. Anayasa mahkemesi Avukatların bu talebimizi incelenmesi gerekirken ancak mahkeme kısa bir görüşmeden sonra hiç geçerli olmayan bir takım gerekçelerle Avukatların bu talebi ret ediliyordu. Bu davada 26 sanık yargılanıyordu. Yani 26 genç’ in idamları isteniyordu. Anayasal düzeni ortadan kaldırmak gerekçesiyle bu dava 2 ay 23 gün sürmüştü. Ve 2 ay 23’üncü günün sonunda 26 kişinin 18 genç insana ölüm cezası veriliyordu. Bu tarihte görülmemiş ilginç bir olaydı. Çünkü o dönemin Yargıçların kimsenin bilmediği bir nedenden dolayı acelesi var gibi gözüküyordu. Hüküm bir an önce verilmesi gerekiyordu. 2 ay 23 gün içinde 18 genç’ i öldürmek istiyorlardı. Aynı zamanda Avukatlara verilen savunma süresi ise sadece 15 gündü. Avukatlar bu cinayet niteliğindeki kararı temyiz etmişler. Ardından dosya Askeri Yargıtay Dairesi kararı bozmuş. Ancak mahkeme eski kararında direnerek yine 18 kişini idamını vermişlerdi. Avukatlar ise bu kararı tekrar temyiz ettikten sonra dosya Askeri Yargıtay Daireler Kuruluna gittikten sonra mahkemenin vermiş olduğu kararı bozuldu. Ancak burada 18 kişiye değil, Asli fail durumunda görülen yani ön planda eylemi olduğu anlaşılan 3 kişiye Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ a idam cezası veriyoruz ve diğerlerini bozuyoruz kararı çıkmıştı. Evet, mahkeme kararı bozulmuştu ancak Anayasal düzeni bozan ve ölüm cezasını hak ettiklerini düşünen bir Yargı sistemi bu gençlerin arasından sadece 3 kurban seçiyor olacaklardı.
Evet, özgürlükleri arayan bir avuç gençlere şöyle diyorlardı. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu! Öyle bir ordu hayal edin ki, topları, tankları, uçakları ve tüfekleri olmayan ve sadece 30 ya da 40 kişiden oluşan devasa bir ordu Anayasal düzeni bozuyor olsun! Anayasal düzeni bozduğu söylenen Deniz Gezmiş’ in sahip olduğu kırık dökük silahı bile üzerine bir taşla vurulduğunda çalışan bir silah olduğu söyleniyor. Bu ordunun önderi olan Deniz Gezmiş hiç kimseyi öldürmemişti. Bu ordunun tek silahı vardı. Bu da fikir ve düşüncelerden başka bir şey değildi. Aslında onların korktuğu tek şey de buydu. Evet, herkesin korktuğu bir şey olduğu söylenir. Faşistlerin korktuğu şey ise, daima özgür iradeler olmuştur.
Pekâlâ, adaletsiz yargılama süreci böyle ilerken Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının kendilerinin hazırladıkları ortak savunmasının son bölümü şöyleydi. Bu savunmada Deniz Gezmiş şöyle diyordu.

Bu düzen ve yargı sistemi üç gencin idamına ve geri kalan gençlere ise, ağırlaştırılmış hapis cezasını uygun görülmüştü. Adalet son sözünü söylemiş artık bu konu meclise taşınıyor olacaktı. İdamların onaylanmaması için ülke çapında imza kampanyası başlatılmıştı. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına Amerikan askerlerini kaçırdıkları zaman İsmet İnönü’nün gençlere şu çağrıyı yapmıştı. ‘’Kesinlikle bu askerleri öldürmeyin her şeyin bir çaresi bulunur.’’ İsmet Paşa’nın bu sözleri ve mecliste söylediği sözleri elbette yeterli olmayacaktı. Çünkü O, Mustafa Kemal değildi. İsmet İnönü harekete geçerek meclisteki görüşmelerde şunları söylüyordu.‘’ Ben siyasi suçlarda idam cezasına karşıyım ve haydi gelin bunu kaldıralım.’’ Çağrısını yapmıştı. Ancak Buna ilk karşı çıkanda AP Genel başkanı Süleyman Demirel olmuştu. Demirel’e göre, bu gençler demokrasiyi ve Anayasal düzeni yok etmeye çalışan büyük bir örgüt olduğunu mecliste söylerken arka sıralardan AP Milletvekilleri tarafından asalım onları diye sesler işitiliyordu. Bu işitilen seslerin içinden insanın kanını bile donduran üçe üç tezahüratları yapılıyordu. Maalesef bunlar zabıtlar da geçen tarihi gerçeklerdi. Mecliste yapılan oylamada Süleyman Demirel, İsmet Sezgin, Alpaslan Türkeş, Hüseyin Balan ve Yusuf Ulusoy idama evet oyu verirken, Necmettin Erbakan, Osman Bölükbaşı ve Seyfi Günbeştan oylamaya katılmayan o dönemin siyasetçilerinden bir kaçıydı. İsmet İnönü ve Bülent Ecevit hayır oyu vermişlerdi. O günkü Meclis tutanaklarına göre, TBMM’sinde 450 üyeden oylamaya 323 Milletvekilinin katılmıştı. 273 Milletvekili Evet oyu verirken 48 Milletvekili hayır oyu vererek idam cezasına karşı çıkmıştı. Ancak kazanan Adalet Partisinin Milletvekilleri oluyordu. AP Milletvekillerinin adalet anlayışına göre, gururla şunu söylüyorlardı. Üç sizden ve üç bizden…! Onlar Demokratik hakları olan Evet oylarını gururla vermişlerdi. İsmet İnönü ise artık tahammülüm kalmadı diyerek meclisi terk ediyordu.
Yıllar sonra işlenen bu cinayetler için Süleyman Demirel şöyle diyordu.‘’ ben sadece 273’ te biriyim.’’ Bu meclisin demokratik olan ortak iradesiydi. Aynı zamanda bir rivayetlere göre, o dönemin AP Genel Başkanı Süleyman Demirel’ in bir gazeteciye idamalar için verdiği bir demeçte, Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarından 15 yıl sonra şunları söylemişti. ‘’ Soğuk savaşın talihsiz olaylarından biri! ’’
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu adı verilen büyük örgüt çökeltilmişti. Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve Deniz Gezmiş ‘’ 6 Mayıs 1972 ‘’ tarihinde O gençlerin ellerine kelepçe vuruldu ve ayaklarına ise pranga vurulmuş bir şekilde bir pencerenin arkasından bir sandalyenin üzerine oturtularak sıranın kendisine gelmesini beklediler. Tek tek arkadaşlarının idamları seyrettirdiler. Gençler, kendi idamlarını böyle bekleyerek ölümü kucakladılar. Ancak onurlu bir şekilde….!

Bu sözler Deniz Gezmiş’ in son sözleriydi. Günümüzde vicdanı olan ve özgürlük mücadelesi veren her bir bireyin Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının fikir ve düşünceleri özgür iradelerde ve kalplerde yaşamaya devam edecektir. Çünkü Fikir ve düşünceler asla öldürülemez…! Türk yargısı ise her 6 Mayıs günü bu utancın izlerini insanlık var olduğu sürece taşımaya devam edecektir.
Evet, zaman ilerledikçe insanlar değişiyor ama özgür iradeler değişmiyordu. İnsanlar doğuyor, yaşıyor ve ölüyorlar ama başka bedenlerde ve başka zihinlerde özgür iradeler daima filizleniyordu. Bunlardan biride Araştırmacı Gazeteci ve Yazar olan Abdi İpekçiydi. 1 Şubat 1979 tarihinde bir suikasta öldürüldü. Tıpkı 24 Ocak 1993’ de Araştırmacı Gazeteci ve Yazarı Uğur Mumcu’ nün bir suikasta öldürüldüğü gibi, Bu sistem ve düzen özgür iradelere savaş açılmıştı bir kere!
çok güzel bir yazı olmuş. kaleminiz oldukça kuvvetli. bu tarz bilgileri her yerden bulamıyoruz. emeğinize sağlık.
 
Yorum

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz.

Zevkine göre renk kombinasyonunu belirle

Gece/Gündüz modunu seç

Gece ve gündüz modlarından tarzınıza yada ihtiyaçlarınıza uygun olanı seçerek kullana bilirsiniz.

Tam ekran yada dar ekran

Temanızın gövde büyüklüğünü sevkiniz, ihtiyacınıza göre dar yada geniş olarak kulana bilirsiniz.

Izgara yada normal mod

Temanızda forum listeleme yapısını ızgara yapısında yada normal yapıda listemek için kullanabilirsiniz.

Forum arkaplan resimleri

Forum arkaplanlarına eklenmiş olan resimlerinin kontrolü senin elinde, resimleri aç/kapat

Sidebar blogunu kapat/aç

Forumun kalabalığında kurtulmak için sidebar (kenar çubuğunu) açıp/kapatarak gereksiz kalabalıklardan kurtula bilirsiniz.

Yapışkan sidebar kapat/aç

Yapışkan sidebar ile sidebar alanını daha hızlı ve verimli kullanabilirsiniz.

Radius aç/kapat

Blok köşelerinde bulunan kıvrımları kapat/aç bu şekilde tarzını yansıt.