Serkandagli360
Webien EDİTÖR
- Ad
- Soyad
- Katılım
- 7 Nisan 2021
- Konum
- İstanbul Avrupa
- Konular
- 17
- Mesajlar
- 26
- Ticaret - 0%
- Meslek
- muhasebe
Detay
- Meslek
- muhasebe
- Tecrübe
- 05544628929
- Uzmanlık alanları
- Anadolu Üniversitesi işletme mezunuyum. Aynı zamanda uzun zamandır turizm sektöründe Barmen olarak çalıştım. Açtığım web sitemde çeşitli makaleler yazıyorum. politik, sağlık, spor, bilimsel yazılar, esrarengiz olaylar ilgili yazılarım var. Aynı zamanda Özgür düşüncelerin mücadelesi adında bir kitap yazıyorum.. Kitabım yakında bitecek ve yayınlayacağım.
- Diğer sitelerim
- https://www.kolayvideo.xyz/
- Üyelik tipi
-
- Bireysel
- Hesap
- 1202523707
- Photoshop
-
- Başlangıç düzeyi30%
- İllüstratör
-
- Orta düzey50%
- PHP
-
- Orta düzey50%
- CSS3
-
- Orta düzey50%
- JavaScript
-
- Orta düzey50%
Ayasofya Kilisesinin Politik Yönü
Ayasofya Kilisesi 916 yıl boyunca Bizans imparatorluğunun ve Ortodoks dünyasının merkezi olmuş, ancak Fatih Sultan Mehmet Konstantinopolis’in fethinden sonra Ayasofya kilisesi camiye dönüştürülerek Osmanlı imparatorluğunun Sultanları 418 yıl boyunca İslam’ın bir simgesi haline getirme çabası içine girmişlerdir. Özünde aynı Tanrı inancı taşıyan farklı felsefesi ve iki farklı din anlayışı olan Hristiyanlık ve İslam efsanelerin birleştiği tarihi yarımada İstanbul Sultan Ahmet meydanında bulunan Ayasofya kilisesinin muhteşem mimarisinin ve görkemi karşısında antik çağın tanıklarından olan Filistin kökenli Bizanslı tarihçi Prokopius, Ayasofya’yı şöyle anlattığı söylenir. Kilise görkemli bir görünüşle ortaya çıkar. Yapı yükseklerde gökte asılıymış gibidir. Görenler için dayanılmaz, işitenler için inanılmaz bir güzelliktedir. Ne fazla uzun ne de alışılmamış biçimde geniştir. Bu yüzden uyumu ve oranıyla göze çarpar. Güzelliği ile övünür ve bu güzellik sözde anlatılamaz. Aynı zamanda çok soylu bir görünüştedir. İnsanlık tarihinde en önemli anıtlarından biri olan Ayasofya kültürel ve sanatsal değeri ile göz kamaştırıcı bir yapı olarak görkemli duruşunu günümüze kadar korumayı başarmıştır. Gerçekten de insan Ayasofya’ya baktığı zaman farklı duygular yaşarken düşüncelerin içinde kaybolduğunu fark eder. Çünkü Ayasofya’ya dışarıdan bakıldığında cami görünümlü tarihi bir yapı olarak görülür, içeriden bakıldığında ise bir kilise olmasının yanı sıra bir hafta öncesine kadar da müze olmasının dışında Ayasofya kilisenin sıra dışı bir mabet olduğu görülür. Eğer mabetlerin bir ruhu varsa Ayasofya’nın özünde bir kilise olduğu gerçeğini asla değiştirmiyor olmasıdır.
Ayasofya Kilisesinin Sıra Dışı Tarihi
Bir efsaneye göre, Justinianus rüyasında yaşlı bir adam görür. Bu yaşlı bilge İmparatora gümüş bir levhaya sarılmış bir kilise resmi uzatır. Justinianus bunun uzun zaman önce yıkılan büyük kilise yani ‘Megale Ekklesia’nın yerine yapmayı tasarladığı kilise olduğunu anlayarak yaşlı adama sorar. Kilisenin adını ne kayalım? Yaşlı adamın cevabı ise Ayasofya’dır. Justinianus, Ayasofya’nın açılışında kilisenin görkemi karşısında kendini kaybederek ellerini kubbeye kaldırarak koşar ve ‘’Hey Süleyman! Seni geçtim’’ der.
Ayasofya adındaki ‘Aya’ sözcüğü ‘kutsal, azize’ anlamına gelir. ‘Sofya’ sözcüğü ise Eski Yunancada ‘bilgelik’ anlamındaki Sophos sözcüğünden gelmektedir. Ayasofya’nın adı ‘ Kutsal bilgelik’ anlamına gelmesi ile birlikte Ayasofya günümüze kadar doğal yapısını koruyarak ayakta kalan en önemli mabetlerden bir tanesi olmasının yanı sıra estetik bir isme de sahip olduğu gözden kaçmamaktadır Ancak Ayasofya birçok yönden değişime uğramasına rağmen inşa edildiği tarihten beri politik yönü hiçbir zaman değişmediği görülmektedir. Doğu Roma İmparatorluğun Hristiyanlara karşı 300 yıllık zulmün ardından birinci Constatius, 360 yılında Hristiyanlığı resmi bir din olarak kabul ettikten sonra Hristiyanların simgesi ve yüzyıllar boyunca mabetti olan Ayasofya çeşitli dönemlerde halk ayaklanmalarına ve isyanlar nedeniyle yakılarak tahrip olmuştur. Ancak Ayasofya kilisesi aynı yere üç kez inşa edilmiştir. Ayasofya’nın yaklaşık 1500 yıllık geçmişinde umutları, üzüntüleri ve utancın izlerini günümüze kadar taşımıştır.
Birinci Ayasofya Kilisesinin İnşası
Ayasofya’nın ilk adı Büyük Kilise olarak adlandırılırken kilisesin ilk inşasına Doğu Roma İmparatoru birinci Constatius başlamış ancak 15 Şubat 360 yılında oğlu ikinci Constatius tarafından tamamlamıştır. Birinci kilise latin mimarisi tarzında tek sütunlu bazilika olduğu çatısı ise ahşaptan yapılmıştı. Önünde ise avlu yer almaktaydı. Konstantinopolis Patriği Aziz Loannes Hrisostomos’un İmparator Arcadius’un eşi Aelia Eudoksia ile çekişmeleri nedeniyle Patriğin 404’te sürgüne gönderilmesi sonrası çıkan isyanlardan dolayı kilise yakılarak yıkılmıştır. Günümüze kalan birinci Ayasofya’ya ait bir kalıntı maalesef yoktur.
İkinci Ayasofya Kilisesinin İnşası
İlk kilisenin yıkılmasından sonra İmparator İkinci Theudosius tarafından İkinci Ayasofya’nın açılışı 10 Ekim 415’te yapılmıştır. İkinci Ayasofya‘nın inşası mimar Rufinos tarafından tamamlanmıştır. Kilise de yine bozilika planlı olup, ahşap çatılı olmasının yanında beş nefliydi. 532’de Konstantinopolis şehrinin gördüğü en şiddetli ayaklanma olan Nika ayaklanmasının sonucunda büyük bir yıkım yaşanmıştır. Yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesine ve şehrin büyük bir bölümü yanmış, İkinci Ayasofya’nın kaderi ise tekrar yakılarak sonuçlanmıştır. 1935 tarihinde Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından yürütülen kazılarda ikinci Ayasofya ait birçok önemli kalıntılar bulunmuştu. Günümüz Ayasofya’nın ana girişinin yanındaki bahçesinde portik kalıntıları, sütunlar başlıklar, bazıları ise kabartmalarla işlenmiş mermer bloklar görülmektedir. Aynı zamanda binanın cephe kısmını süsleyen üçgen alınlığım parçaları olduğu anlaşılmıştır. Yapının cephesini süsleyen bir bloktaki kuzu kabartmaları 12 Havariyi sembolize edilerek yapılmıştır. Öte yandan kazılar sonucunda tespit edilen ikinci Ayasofya’nın zemininin üçüncü Ayasofya’nın zemininden iki metre daha aşağıda olduğu saptanmıştır. Ayrıca ikinci Ayasofya’nın uzunluğu bilinmiyor olsa da genişliğinin 60 metre olduğu düşünülmektedir. Kazılar sayesinde ortaya çıkarılan üçüncü Ayasofya’nın ana girişinin yanında olan ikinci Ayasofya’ya ait cephe merdiven basamaklarının yaslandığı zemini günümüz Ayasofya’sında görülür.
Justinianus, 532’de ikinci Ayasofya’nın yıkılmasının ardından kendinden önce gelen İmparatorların yaptırdığı kiliselerden daha farklı ve hepsinden çok daha sıra dışı bir kilise inşa ettirmeye karar verdikten sonra Kilisenin inşası için görevlendirdiği mimarlar Mileli İsidoros ve Traliesli Anthemius tarihe iz bırakacak olan binanın inşasına başlanır. Ayasofya’nın yapımında 10,000 kişi çalışmış ve kilisenin inşası için kullanılan malzemeler Bizans topraklarında yer alan yapı ve tapınaklardaki yontulmuş hazır malzemeler kullanılmıştır. Bu da Ayasofya’nın 5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanmasına etkili olmuştur. Aynı zamanda Ayasofya kilisesinde pembe ve yeşil mermerlerden oluşan 107 sütun bulunur. Bu gösterişli sütunlar Efes’teki Artemis tapınağından, Mısır’daki Güneş tapınağından Lübnan’daki Baabek tapınağı gibi İmparatorluğun çeşitli bölgelerinden olan antik kentlerden getirilen sütunlar kullanılmıştır. Ancak günümüzde bu sütunların altıncı yüzyılda nasıl getirildiği merak konusu olmuştur. Öte yandan süslü renkli taşlar kaplama ve sütunlarda kullanılmıştır. Ayasofya’nın güzelliğini yansıdan bu renkli taşlar kırmızı porfir Mısır’dan, yeşil porfir Yunanistan’dan, beyaz mermer Marmara adasından, sarı taş Suriye’den ve kara taş ise İstanbul kökenlerine dayanır. Aynı zamanda Anadolu’nun birçok farklı bölgesinden gelen taşlarda kullanıldığı bilinmektedir. Binanın inşasından sonra Ayasofya kilisesi ihtişamlı görünümünü günümüzdeki halini almıştır.
Ayasofya Kilisesinin Kubbesi
Ayasofya’nın inşası tamamlandıktan 21 yıl sonra kilisenin kubbesi çöker. Justinianus o kadar çok üzülür ki yasa girerek İmparatorluk tacını 30 gün boyunca takmaz. Kubbenin tekrar onarımı için mimar İsidoros’un yeğeni genç İsidoros’u görevlendirir. Genç İsidoros 40 kaburga ile desteklediği ve 40 pencere ile hafiflettiği kubbeyi 7 metre yükselterek sorunu çözer. O döneme kadar mimaride bir yapı elemanı olarak pek tercih edilmeyen küresel üçgen biçimindeki dingi bu yeni kubbe ile birlikte kareden kubbe yuvarlağına geçişin en önemli unsuru olarak mimari tarihindeki yerini almıştır. Pençelerden gelen ışık seli kubbe içine olduğu kadar tüm yapıyı aydınlık bir mekâna dönüştürerek, güneş ışığının mermerler ve mozaikler üzerindeki atmosferi büyüleyicidir. Ayasofya’nın kubbesi iki yarım kubbe ile tamamlanmasına rağmen tek bir kubbenin tüm iç mekâna egemen olduğu görülmektedir. Ayasofya’nın ziyaretçilerinin üzerinde iz bırakan yönü gökyüzüne asılıymış gibi duran kubbedir. Depremlerde zarar gören yapı çeşitli tarihlerde dıştan yapılan payandalarla desteklenir. Payandalar kubbenin yükünü azaltırken öte yandan içlerine yapılan rampa ve basamaklarla galerilere giden çıkışı sağlar
Leon mozaiğiEkli dosyalar
Moderatör tarafında düzenlendi:
Benzer konular
- Cevaplar
- 0
- Görüntüleme
- 614
- Cevaplar
- 0
- Görüntüleme
- 546